Şifa Mahalli – Golam Hossein Sa’edi

Gholam-Hossein Sa'edi, Şifa Mahalli, Çeviri, Duvar dergisi, sayı:22, 2015

Mond nehrinin suları kabarıp her yeri kaplamış. Nehrin suları daha önce bir insanın göğsü hizasına kadar yükselmemişken, şimdi develerin de devlete ait araçların da boyunu aşıyor. Gemiler kıyıya demirlenmiş, kimse suya girmeye cesaret edemiyor. Mond bazen öyle coşuyor ki sanki bir dağı koparıp sürüklüyor; bazen de öyle yavaş akıyor ki sanki pusuya yatarak kendisine yaklaşma cesaretini göstermiş bir serseriye haddini bildirmeye hazırlanıyor. Ne oldu da sular bu kadar kabardı kimse bilmiyor! Tam üç aydır bunca su pek acayip doğrusu! Nereden geliyor bu su? Yukarıdaki kavrulmuş tepelerden ve kuru dağlardan mı yoksa güneşin yakıp kavurduğu vadilerden mi? Denizin ortasına bir tünel mi kazılmış ki sular böylesine coşup dalgalanıyor?

Göçebeler daha gerilere doğru gitmişler, nehrin her iki yakasına da haber ulaşmış; her iki taraf da sahile gelip ölüm tehlikesi bayrağı asmışlar. Suyun azgınlığından hiç korkusu olmayan cesur kamyonlar, daha nehrin kıyısına varmadan duyulan vahşi mırıltılardan öylesine korkmuşlar ki motorlarını stop edip nehrin nârâlarını dinliyorlar. Geldikleri yolu geri gidecekler. Kara bulutlar tepelerin üstünde toplanmış, kökleri denizin ortasına dek uzanmış. Bu kökler ne yapıyorlar? Bunlar değil mi denizin suyunu Mond’a boşaltanlar?

İki yaka da birbirinden habersiz, endişeli ve meraklı! Çok sayıda yolcu ve tüccar, kahvelerde, köylerde, yerleşim dışındaki yollarda bulunan türbelerde konaklamak zorunda kalmış. Herkes memleketine dönebilmek için umutla suyun inadından vazgeçip yatıştığı haberini bekliyor.

Nehrin kenarından Deyr limanı birkaç saat uzaklıkta. Kaf birkaç günde bir Gaffar’ın yolcu taşıma kamyonetiyle nehrin kenarına geliyor. Birkaç saat bekliyor. Köpüklü ve heybetli dalgaları seyrederken umutsuzluğa kapılarak geri dönüyor. Yine bunalıma girerek kederle denizin kıyısında yürüyor da yürüyor, vakit öldürüyor.

Kaf bir yabancı Dil Araştırma Kurumun’da memur. Birkaç ay eğitim gördükten sonra bu bölgeye gelmiş ve Kurum’a götürdüğü her kelime için belli bir ücret ödüyorlar kendisine. Fakat şimdi geri dönemiyor. Mond’un suları yükselmiş, planları alt üst olmuş. Esaret altında kalmış yahut da sürgün düşmüş gibi bir hali var. Kendisini kurtaracak ve özgürlüğüne kavuşturacak bir mucize bekliyor.

Balıkçılar her gün bu duruma aldırış etmeden denize açılıyor, ağ atıyor, balık çekiyor, sahile dönüyorlar; onu görüyorlar. Dünyayla ilişkisini kesmiş bir köşede oturuyor. Bazen de bir gölgeye sığınmış, huzursuz. Sanki kimse onu teselli edemezmiş gibi görünüyor, kimseyle konuşmuyor; kimseye karışıp kaynaşmıyor. Sanki hiçbir şey görmüyor. Suyun öte yanında ne var ki onu bu kadar endişelendiriyor, hep onu bekliyor? İşinden mi olacak? Öte yanda kalmış bir kıymetlisi mi var ki kafasını bunca meşgul ediyor?

Gün doğmadan deniz kıyısına gidiyor ve kendisi de biliyor ki denizi görmek için gitmiyor. Kederlenmek, hayal kurmak ve yürümek için sessiz sakin bir yer arıyor. Deniz durmaksızın değişiyor, her saat başka bir renge bürünerek binbir renk sergiliyor. Daha önce hiç duyulmamış nağmeler yaratıyor. Bazen sevecen, bazen sert; kimi zaman barışçıl, kimi zaman düşmanca…

Öğlen olduğunda Kaf, kerpiçten evlerin arasından geçip küçük hava alanına giderek kumaştan yapılmış rüzgâr yön göstergesi silindirinin altında duruyor, gökyüzüne bakıyor ve bekliyor. Küçük posta uçağı geliyor ve bir evin üstünde dolaşıyor. Mahallenin postacısı motorla havalimanına gelip bekliyor. Posta uçağı denizin üstünden gelip yere konuyor ve yanı başlarında duruyor. Yaşlı posta pilotu, uçaktan inip lalettayin selam veriyor. Mahallenin postacısı motorunun arkasından posta çuvallarını alıyor. Postaları karşılıklı değiştiriyorlar. İhtiyar postacı Kaf’a gülümsüyor ve soruyor:

  • - Nasılsın şefim?
  • - Eh, fena sayılmam. Eee diğer tarafta ne var ne yok?
  • - Bir haber yok.
  • - Ne demek bir haber yok?
  • - Yok, nasıl bir haber olsun istersin?
  • - Söyle bakalım, sen gelirken Mond’un suları alçalmamış mıydı?
  • - Geçen haftakinden çok farklı değildi.
  • - Sen şöyle üstünden mi geçiyorsun, yoksa dolaşıp da yukarılardan mı geliyorsun?
  • - Nasıl yani?
  • - Yani suyun doğuş yerini görüyor musun ki azalıp çoğaldığını fark edebilesin?
  • - Yok, ben doğuş yerinden geçmiyorum.
  • - Bir gün oradan gelsene.
  • - Ne yani, suyun alçalıp alçalmadığını görmek için yüzlerce kilometre öteden mi uçayım?
  • - Biliyorsun ki üç aydan fazladır buradayım ve geri dönemiyorum.
  • - Sen muhtemelen iş icabı buradasın. Senin için ne fark eder ki? Ne kadar çok kalırsan maaşın da o kadar artacak!
  • - Benim işim senin sandığın gibi değil, ücret mukabili bir işim yok.
  • - Peki, nasıl bir işin var?
  • - Ben buraya kelime toplamak için geldim.
  • - Ne toplamak için?
  • - Yerel kelimeleri.
  • - Ne diye topluyorsun ki onları?
  • - Bunlarla ilgilenen birilerine lazım.
  • - Onlar ne yapacak bu kelimeleri?
  • - Toplayıp kitap yazacaklar.
  • - Eee?
  • - Buraya geldim ve mahsur kaldım. Deniz yoluyla gitmek için araç yok. Kör olası Mond’un suları da kabarmış, geçmek mümkün değil.
  • - Sabret, dayan. Hep böyle kalacak değil ya, birkaç ay sonra sular çekilecek.
  • - Birkaç ay sonra mı? O vakte kadar ben ruhumu teslim etmiş olurum!
  • - Yapacak bir şey yok, beklemek zorundasın.
  • - Acaba sen bir şey yapamaz mısın?
  • - Ne yapabilirim?
  • - Beni buradan götüremez misin?
  • - Götüreyim ama nereye?
  • - Nereye olursa olsun, yeter ki Mond’un diğer tarafında olsun. Kendime araç bulurum sonra.
  • - Uçakla mı götüreyim seni?
  • - Evet, ne tutarsa veririm.
  • - Olmaz şefim, mümkün değil. Bu uçak yolcu taşımak için değil. Buraya bir pilot sığar, birkaç da posta çuvalı.
  • - Peki, ben ne yapayım?
  • - Sabret.
  • - Sabır mı? Yapamıyorum.
  • - Alışırsın.
  • - Nasıl alışırım? Kaç aydır gurbet ellerde kimsesiz kalmışım, ne yapayım? Nasıl alışayım?
  • - Çoluğun çocuğun mu var?
  • - Yok.
  • - Ee, o zaman kimin için gitmek istiyorsun?
  • - Kendi memleketime gideceğim, burada çok zorlanıyorum anlıyor musun?
  • - Memleketinde çok mu mutluydun?
  • - Yok, orada da mutlu değildim; mutlu olsam şimdi burada olmazdım.
  • - O halde niye bu kadar acele ediyorsun?
  • - Gerginim. Huzurum, rahatım kalmadı.
  • - Neden? Paran mı bitti?
  • - Bitmedi de bitmek üzere.
  • - Burada paranın önemi yok. Denize git, hayatını kazan. Hatta çalışmak istemezsen de buradakiler sana yardımcı olurlar.
  • - Yardım? Bunlar mı yardım edecekler? Ben aylak ve asalak bir adam mıyım ki! Bir ömür dirsek çürüttüm ve…
  • - Evet, hal ve tavrından eğitimli biri olduğun belli. Ama eğitim, bilgi buralarda işe yaramaz.
  • - Bana yardımcı ol!
  • - Nasıl?
  • - Beni de yanında götür.
  • - Olmaz şefim, ikimiz de düşüp tahtalıköyü mü boylayalım?
  • - Bir daha ne zaman geleceksin?
  • - Bir hafta sonra.
  • - Kuruma söyle sana büyük bir uçak versin. Biliyorsun ki yalnız ve gariban bir insana yardımcı olmak küçük bir şey sayılmaz.
  • - Biliyorum şefim ama keşke elimden gelse.
  • - Sen gittiğinde müdürüne bir sor bakalım.
  • - Tamam, soracağım ama sen de söylediklerimi aklında tut. Burası çok da kötü bir yer değil. Şefkatli ve iyi bir denizi var. Hem bu kadar insan nasıl yaşıyor burada?
  • - İyi de onlarla benim aramda fark var.
  • - Fark mı? Ne farkın var onlardan?
  • - Ben böyle bir hayata alışkın değilim.
  • - Alışkanlık mı? Ne söylediğini hiç anlayamıyorum doğrusu! Diğer bölgeye gitmem lazım mektubun yok mu!
  • - Var tabii, olmaz olur mu? Ama sen hiçbir zaman cevap getirmiyorsun.

Yaşlı postacı mektubu alıyor, uçağa biniyor. Uçak yerinde kımıldanıp beyaz bir duman çıkarıyor dışarı ve sonra motorun yumuşak sesi artıyor, sertleşiyor. Tekerler hareket etmeye başlıyor ve uçak dönüyor, yavaş yavaş uzaklaşıyor. Yine duruyor, hızlı hızlı kuyruğunu kımıldatıyor, sonra uçup mutlulukla yükseliyor. Bölgenin üstünde bir tur atıyor, ardından gökyüzüyle denizin arasında kayboluyor. O bölgenin postacısı, Kaf’a

  • - Hava sıcak şefim, dönelim, diyor.

Ve Kaf’ı motorun arkasına oturtuyor.Köye doğru hareket ediyorlar, postanenin önüne geliyorlar. Postacı:

  • - Şefim eve gidelim, çay hazır.
  • - Teşekkür ederim, ben çay içmiyorum.
  • - Hasır gölgeliğin altına uzan, dinlen.
  • - Yok, Gaffar’a uğrayayım da Mond’un kıyısına gidip bir bakalım durum nedir?
  • - Şimdi sırası değil şefim.
  • - Belki de sırasıdır…

Gaffar’ın eşi kapıyı açıyor:

  • - Gaffar, Kaptan Manolo’yla denize gitti. Mond’un suyu da hiç alçalmamış.
  • - Eğer evdeyse söyle gelsin, daha çok para veririm. Niye benden kaçıyor?
2

Mond alçalmıyor. Alçalıp yükselmesi iyice düzensizleşiyor. Tıpkı bir deniz gibi yükselip alçalıyor, sesi binlerce kilometre öteden duyuluyor. Hiçbir şeye yaramayan, yalnızca korku yaratan sesiyle acı nehir…

Kahrolası köy, tehlike altında. Geceleri su evlere kadar yaklaşıyor. Halk varını yoğunu toplayıp tepeye çıkmış bekliyor. Ertesi gün su alçalınca geri gelip evlerinin kapı, pencerelerini söküp onları da tepeye çıkarıyorlar.

Kötü haberler: Postacı iki haftadır ortalarda yok. Bırakın uçak sesini, bir sinek sesi bile duyulmuyor. Kaf, tam iki haftadır ya havalimanının rüzgâr yön göstergesinin silindiri altında ya da deniz kenarında yürümekte. Hiçbir şey onu sakinleştiremiyor. Herkes göz ucuyla onun ıstırap çekişini izliyor. Kaptan Manolo, postacı, Gaffar ve balıkçılar nöbetleşe onun peşinden gidiyorlar. Kaptan Manolo yüksek sesle selam veriyor:

  • - Selamun Aleyküm! Şefim, yoksa bizden bir kötülük mü gördün ki yanımıza gelmiyorsun?
  • - Sizden iyilik dışında bir şey görmedim kaptan.
  • - O zaman niçin halimizi hatırımızı sormuyorsun, evimize gelmiyorsun?
  • - Hiç iyi değilim, kaygılıyım.
  • - Neden? Allah göstermesin kötü bir haber mi var?
  • - Yok, gerginim. Diğer tarafa geçmek istiyorum, Mond geçit vermiyor.
  • - Sabret şefim, biz onu iyi tanıyoruz. Er ya da geç bu çılgınlıktan vazgeçip sakinleşecek.
  • - Bunaldım.
  • - Bir gün gel de denize açılalım. Sen de hiçbir şeyden hoşlanmıyorsun!
  • - Yapamıyorum kaptan!
  • - Seni toprak tutmuş. Deniz kenarında yaşayıp da denize küsmüş herkes senin durumuna düşer. Sonuçta biz deniz adamıyız, bunları iyi biliriz. Denize açılırsan bunların hepsi geçer. Bu kötümserlikten uzaklaşırsın.
  • - Kaptan, ben kötümser değilim. Toprak beni tutmadı. Ben sadece geri dönmek istiyorum, olmuyor. Sürekli içim içimi yiyor.
  • - Bir gün olsun dediğimi yap. Yarın bizimle denize gel!
3

Kaf, yelkenliye oturmuş, adamlar kürek çekiyorlar. Kör bir adam şarkı söylüyor. Şarkı da değil, bir şiirin başını gözünü yarıyor. Okuduğu her dizenin arasında da kürek çekenler “hey” diyorlar ve küreklerine daha çok sarılıyorlar. Balık ağı denizin ortasında. Diri, taze bir güneş yukarı doğru yükseliyor. Kaptan Manolo dümeni çeviriyor, sonra diğerlerine ağı çekmelerini işaret ediyor. Ne renkli ve garip dünya. Bu ne müjde!

4

Birkaç gündür Kaf, kaptanla denize açılıp balık tutuyor. İlk iki gün sadece bakıyor. Üçüncü gün kaptan ona ağır bir olta hediye ediyor ve onu denize nasıl atacağını gösteriyor.

Kaf ilk seferinde isteksizce oltayı dalgalara savuruyor. Sonra hızlı hızlı çekiyor. Kanca denizden boş çıkıyor. Kancayı yeniden, öncekinden daha sertçe atıyor denize, sonra yine oltanın ipini hızlı hızlı tekneye çekiyor. İpi toplarken kanca sudan çıkıyor, kancanın ucunda güzel bir Şirmahi beliriyor. Balık kıpır kıpır oynuyor, kendini kancadan kurtarmaya uğraşıyor; ama yapamıyor. Balıkçılardan ikisi yardıma geliyor ve Şirmahi’yi alıp teknenin içine atıyorlar. O günün en büyük balığını Kaf yakalıyor. Herkes ona sevgi ve övgü dolu bakışlarla bakıyor.

Kaptan Manolo:

  • - Ne kadar şanslı olduğunu görüyor musun şefim!

Kaf gülüyor. Dolu tekneyle sahile dönüyorlar. Herkes yorgun, terli terli suya atlıyor. Sadece kaptan, Kaf ve avlanmış balıklar kalıyor teknede. Balıkçılar tekneyi sahile doğru çekiyorlar. Kaf onları izleyerek işlerini ne kadar severek yaptıklarını görüyor. Manolo soruyor:

  • - Denizi beğendin mi şefim?
  • - İyiydi, doğrusu muhteşemdi!
  • - Artık için sıkılmıyor değil mi?
  • - Yok, iyiyim. Daha iyiyim. Denizin üstünde zaman çok çabuk geçiyor.
  • - Yine gelmek ister misin?
  • - Evet, çok iyi olur.
  • - Sana iyi gelecek demiştim! Denizin özelliği bu!
  • - Bilmiyordum ben.

Manolo ve Kaf yan yana yürüyerek ilerliyorlar ve postacıyla karşılaşıyorlar. Postacı, eski çantasıyla gümrük binasının merdivenlerinde oturuyor. Kaf, postacıya doğru gidip soruyor:

  • - Uçak geldi mi?
  • - Hayır, gelmedi.
  • - Diğer taraftan yeni bir haber var mı?
  • - Yok, uçak gelmezse nasıl haberimiz olsun ki?
  • - Çantanı neden getirdin?
  • - Çantam hep yanımdadır benim.
  • - Mond’dan ne haber?
  • - Her zamanki gibi çıldırmış vaziyette. Kahrolası köyü sürükleyip götürmüş.
  • - Benim gitmek istediğim köyü mü?
  • - Evet, orayı.
  • - Ölen var mı peki?
  • - Yok. Millet tepelere göçüp gitmiş. Dün öğlen, suyun alıp götürdüğü büyük bir kamyonun parçaları görülmüş.
  • - Nereden sürükleyip getirmiş?
  • - Kimsenin haberi yok! Devletin kamyonlarındanmış.
  • - İster misin Mond’un suları o kadar yükselsin ki her yer sular altında kalsın! Ve bir de duyalım ki su arşı âlâya kadar ulaşmış olsun!
  • - Yok, o kadar da değil.
  • - Devlet, kahrolasıcalara yardım etmek istemiyor mu?
  • - Burada herkes kendi başının çaresine bakar.

Manolo güler. Kaf, postacıyla vedalaşır, birlikte kaptanın evine giderler. Kaptan ona sade bir balıkçı kıyafeti, olta, kanca ve misina verir.

  • - Bunları giy ve deniz işini ciddiye al. Mond’un suyu alçalana kadar dayan.
  • - Senin dediğin gibi yapacağım kaptan.
  • - Yarından itibaren tam bir balıkçı gibi tekneye geliyorsun ve tam bir balıkçı gibi kendi payını alıyorsun ona göre!
5

Vahşi Mond, yorulmuş ve bunalmış halde düşüp kalıyor. Önce devlete ait büyük bir kamyon, suyu geçip bu tarafa geliyor.Yolcular sevinerek ölüm tehlikesi bayraklarını topluyorlar. Köylerin, kahvehanelerin ve türbelerin hepsine haber ulaşıyor. Mond’un iki tarafına büyük bir kalabalık toplanıyor. Arabaların hazırlıkları tamamlanıyor, motora su girmesin diye önleri naylonlarla kaplanıyor ve bütün arabalar suya dalıyor. Nasıl da cesurca ve güvenle giriyorlar suya. Geride kalmış çaresizlik, güce dönüşmüş; kendisini sevinçle dışa vuruyor. Özgüvenle yol alıyorlar. Sanki bu çılgını onlar yola getirmişler gibi. Su çok büyük ve garip taşlar sürükleyip getirmiş. Her yer bu taşlarla dolu. Kimisi insan kafasına, kimisi ham meyvelere benziyor. Hepsi rengarenk, yuvarlak ve ağır.

Tepelerin üstündeki koyu renkli bulutlar kaybolmuş. Yaşlı postacı külüstür uçağıyla görünüyor. Mond’un üstüne ulaştıktan sonra alçalmaya başlıyor ve böbürlenerek sudan karşıya geçmekte olan arabaları görüp seviniyor. Suyun bu tarafında esir kalmış gence, gecikmesi nedeniyle birikmiş çok sayıda mektubun yanı sıra bunun da ikinci bir müjde olacağını düşünüyor. Bunca mektubu görse ve suların alçaldığı haberini duysa kim bilir ne yapar!

Uçak küçük limanın üstünde uçmaya başlıyor, bir balıkçı teknesi köyden uzaklaşıp ufuk çizgisine yaklaşmış. Uçak daha da alçalıyor, postanenin üzerinde bir tur atıyor. Bölgenin postacısının aceleyle motoruna atladığını görüyor pilot. Artık uçak piste iniş yapmıştır, rüzgar yön göstergesi her zamanki istikameti göstermektedir, yani kuzey rüzgarı onu denize doğru döndürmüştür; ama o adam rüzgar yön göstergesinin altında değildir. Ne olmuş olabilir? Başına bir iş gelmiş olmasın?! Haberi duyup yola çıkmış olabilir mi? Yazık oldu bu kadar mektuba, keşke dün gelmiş olsaydım, mektupları ona ulaştırabilirdim.

Yavaş yavaş ilerler, frene basar, bölge postacısı motorla gelmiş beklemektedir.

  • - Selamın aleyküm, o genç ne oldu, geri mi döndü?
  • - Yok geri dönmedi. Sen kaç haftadır neredesin?

Yaşlı postacı eliyle uçağı gösterir:

  • - Bozulmuştu. Eee gitmediyse niçin burada değil?
  • - Denize gitti.
  • - Ah zavallı çocuk, umudunu kesmiş. Ona ne güzel haberler getirdiğimi bilseydi!
  • - Nasıl haberler?
  • - Mond’un suları alçalmış, arabalar rahatça geçiyor.
  • - Evet duyduk, Gaffar da yola çıktı.
  • - Peki o genç neden gitmedi?
  • - Kaptan Manolo’yla çalışıyor, balıkçılığa başladı, balık tutuyor.
  • - Nasıl yani, yoksa dönmek istemiyor mu artık?
  • - İstemiyor gibi, işini oldukça ciddiye aldı. Görsen tanıyamazsın, yerel kıyafetler giyiyor, saç sakal birbirine karışmış vaziyette.
  • - Epey mektup getirmiştim ona.
  • - Bana ver, ben ulaştırırım.

Posta çuvallarını değişiyorlar, yaşlı postacı uçağın dikdörtgen kapısını kapatıyor ve uçak yükseliyor, denizin üstüne doğru gidiyor. Balıkçı teknesi ufuk çizgisindedir, uçak tekneye yaklaşıyor, yaklaşıyor. Teknedekiler işlerini bırakıp ona el sallıyorlar, biri elindeki bez parçasını başının üstüne kaldırıp uçağa doğru sallıyor. Yaşlı postacı gülüyor, “çok şükür” diyor. Manolo ve Kaf balıkları tekneden dışarı boşaltıyorlar. Postacı yaklaşıp sesleniyor:

  • - Bak, ne kadar çok mektup gelmiş sana!

Kaf, işini yapmaya devam ederek:

  • - Şimdi işim var, sende dursun, akşam geldiğinde alırım, diyor.

İhtiyar balıkçılar gelip boş sepetlerini balıkla doldursunlar ve sahile götürsünler diye balıkla dolu sepeti kaldırıp teknenin küpeştesine koyuyor.



ÇEVİREN: FARHAD EİVAZİ

You Might Also Like